Son dakikada golü yediğimizde ben her ne kadar sehpayı kırıp maçı kapatsam da, maç sonucu ve kendimden çok deplasman tribününü doldurup neredeyse 90 dakika susmayan ve koca stadı susturan Beşiktaş taraftarı için daha çok üzüldüm. Sanırım herkesin de en çok üzüldüğü nokta, ikinci yarıda yapılan tercihlerle zorla rakibi oyuna ve skora ortak edip göstere göstere gelen golle, Samsun ve Eyüp gibi maçlardan aldığın kredilerden 2 puanı yok yere kaybetmekti.
Maçın başlangıç oyun planında ya da kadro tercihinde bir sorun yoktu. Yoğun ve sert maç trafiğinde fazla gel gitli bir tempoya girmeden, önde Muci ve Mario, deplasmanda topa sahip olma ve pas oyunu tercihi üst düzey bir performans olmasa da gerek sahada gerek tabelada karşılığını buldu. Sorun, beklenildiği gibi ikinci yarıda fizik olarak oyuncular, içinde bulunduğumuz sonbaharda dallardan düşen yapraklar gibi oyundan düşerken yapılan ve yapılmayan oyun ve oyuncu tercihlerindeydi.
Oyun açısından en büyük problem, rakip orta sahayı teker teker boşaltıp forveti sayını üçe çıkarırken ve gol umudunu tamamen orta sahadan bu forvetlere uzun topla bulmayı denerken, senin de rakibe nispet yaparcasına orta sahayı boşaltıp kanatları da kapatmak için Svensson’un önüne Rashica, Masuaku’nun da önüne Bahtiyar alarak, ne orta sahada pas yapıp takımı ileriye çıkaracak, ne de ileride top tutacak ne tehdit yaratacak tek oyuncu bırakmayıp, sen rahat rahat buyur gel ortanı da yap oyunu benim ceza sahamda oynayalım demekti. Özellikle sadece tek farkla öndeyken, bir büyük takım, 3 puan almak zorunda olan takım bu şekilde işi tesadüflere bırakmaz, yoksa en kötü ihtimalle taş kuşa çarpar golü yersin.
Oyuncu açısındansa başlangıç planlarında, bir türlü ön alandaki pas trafiğine katıl(a)mayan, gerekli hareketliliği gösteremeyen ve yerde bozuk para arar gibi top süren Semih’in olmamasını anlayabilirim, ama hem Muci, hem Mario hem Silva hem Immobile, bütün silahlarını çıkarmışken, en azından öyle ya da böyle topu ileriye taşıyabilecek ve ileride tutabilecek, tek tehdit unsurun olabilecek Semih yerine son haftada birden nereden çıktığı belli olmayan Bahtiyar tercihi, Feyenoord ve Hollanda için olmayabilir, ama Beşiktaş ve Türkiye için çok sıkıntılıydı. Bunun yanında orta sahayı teslim eden üçüncü stoperi oyuna atmak yerine, pas yapabilecek, topu ileriye götürebilecek bir Salih kesinlikle düşünülmeliydi. Maçın benim açımdan tek sevindirici yanı ise Emirhan Topçu performansıydı.
Kadro kalitesi ve oyuncu profili eksiklerinden sürekli bahsetmeme rağmen, skoru da aldığın bu maçın ikinci yarıda geldiği noktada konu bundan tamamen bağımsızdı ve Gio hocanın sınıfta kaldığı tek ve en net maç oldu. Sanırım hocanın anlamadığı ya da hocaya anlatılmayan şey, Beşiktaş Türkiye’nin Feyenoord’u değil, Ajax’ıdır. Hollanda’da yeni bir oluşum, kadro yapılanması ve oyun planı oluştururken, Bahtiyar gibi Onana gibi her türlü denemeyi yapıp, Semih gibi genç yetenekleri de kenarda tutma ve 2-3 seneyi feda edebilme lüksün varken, Türkiye’de sürekli yarışmacı ve şampiyon olma, en azından her sene şampiyonluğa oynama zorunluluğunun olduğudur, özellikle son derece sıkıntılı geçen son üç sezondan sonra. Hakikaten, Friedel hiç bunları hocaya anlattı mı?
YORUMLAR